Son güncelleme 7 Mayıs 2024 - 00:16
01 Haz 2018 Köşe Yazarları, Sürmanşet 0
CHP 9 Eylül 1923’te kurulmuş bir partidir. Kurtuluş Savaşı’nda mücadele vermiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin bir devamıdır.
Bu anlamda, Sivas Kongresi partinin ilk kurultayı olarak kabul edilebilir. Önce Halk Fırkası daha sonra bugünkü adıyla 27 yıl tek parti olarak, 1950’den 1960’a kadar ana muhalefet partisi olarak 10 yıl bu ülkenin siyasi yaşamında rol oynamıştır. Partiyi kuranlar devletin de kurucusu olan kadrolardı. Asker ve aydın kesimdi.
Partinin amblemi olan 6 ok partinin de ilkelerini belirler.
CHP bugünkü siyaset dünyasının anladığı anlamda bir kadro partisi değildir ama kitle partisi de değildir. Bir yarı kadro partisi görünümündedir.
Bilindiği gibi kadro partileri, daha çok milletvekili çıkarma çabası duyan, iktidarı milletvekillerine tanıyan zümre partileridir. Üyeleri arasındaki ilişkiler menfaat ve paraya dayanır. Örgüt disiplinleri zayıf, lider ve kurucuları sadece işadamı, tüccar gibi varlıklı kesimden oluşan elittir.
Oysa kitle partileri bu kesimler karşısında devletin ve halkın çıkarlarını korur. Akılcı, rasyonel, somut konulara ve sorunlara dönük siyaset yapar. Çatışma yerine tartışma, bölünme yerine birlik ve beraberlik ile katılım gibi ilkeleri esas alır.
Türkiye’nin üst yapı kurumlarında nitelikleştirme olmayışının doğurduğu toplumsal koşulların etkisiyle doğal olarak karşı fikre tahammülsüzlük oranı yüksektir. Genel kabul gören ama toplumun çıkarına olan alanlarda, sosyal sorunlara dönük, farklılıkları azaltan, işbölümü ve fırsat eşitliği yaratan, insancıl ve sağlıklı söylemler geliştirilmelidir.
Çokluğun her zaman demokrasi olmadığını da değerlendirmek gerekir. Meşruluk halk egemenliğine dayanmak demek olmalıdır.
Doktriner partiler siyasal evrim sürecini aşamazlar. Bu iddiada olan CHP’de de bu gelişim süreci aşılamadı. Bugünkü siyasal yapı devrimci, ilerici ve katılımcı değildir. Günümüzün Türkiye’deki popüler particiliği gibi belirli bir yapı tanımlanmaktadır.
CHP’nin tek parti dönemindeki rolü tıpkı Meksika Devrimci Kurumlar Partisi gibi, genç Afrika cumhuriyetlerinde olduğu gibi bir dönem ülkede modernleştirici nitelik taşımaktaydı. Ancak bu rol daha sonra değişmiştir. Atatürkçülük bir evrim geçirmiştir.
Mustafa Kemal’den sonraki CHP 1960’larda Demokrat Parti karşısında yükselen bir hareketlilik ve geniş yığınları içinde taşıyan bir toplumsal muhalefetliğe soyundu. Özellikle ordu içindeki genç subaylar ve kurtuluş savaşına dayanan bir geçmişin izlerini CHP’de arayan ve heyecan duyan üniversiteli gençliğin buluşma ve kaynaşma noktasıydı. 1960’lardaki sol ve sosyalist görüşlerin şekillenmesinde ve oluşan tabanda kurumsal olarak CHP’nin de kısmen rolü olacaktır.
Efsanevi kurucu ve önderlerini daha başta kaybetmiş olması ve ardından toplumun iç dinamiklerine açılamaması nedeniyle büyük kitlelere ulaşamayan TKP ile 1960’larda özellikle köy ve kırsal tabanlı TİP’in kuruluşuyla gelişen muhalefet çizgisi arasında birçok denemeye rağmen CHP geniş yığınları yakalamasını bilmiştir.
Fakat CHP içinde burjuvazinin temel unsurlarıyla emeği temsil eden kesimler içiçeydi. Bu yüzden taban içinde bir iktidar kavgası partinin iktidar ve özellikle muhalefet rolünü oynaması öncesinde de yaşanıyordu. Yani partinin karman çorman yapısı daha başlarda göze çarpıyordu. Bu bütün sosyal demokrat partilerde yaşanan süreçti. Ancak CHP’de işçi ve köylüleri temsil eden tavandan çok orta sınıfların özellikle de küçük burjuvazinin ve devletin bürokratik yapıları içinde yeralmış unsurların ağırlığı sözkonusuydu.
Sosyalistleşme sürecinde yaşanan önderlik kavgası ise CHP’de yine daha baştan fikir olarak tam merkezinde ortaya çıkmaktaydı. Yani bir yandan liberal burjuvazi ile öte yandan işçi köylü hareketi önderlik kavgası sürdürüyordu. Ancak CHP’de emekçi kitleler açısından hiçbir gelişme yaşanmamaktaydı. CHP’de burjuva kitle partisinden sınıf partisine geçiş kararı henüz verilememişti.
Çünkü 1960’lara kadar Türkiye’de böylesi bir hareket ne vardı ne de söz konusu olabilirdi. Varolma çabası gösterenler ise daha başlangıç noktasında Kemalizm tarafından ezildiler. Daha sonraki özellikle resmi partileşme çalışmaları ise hep cılız ve ilgisizlikle başbaşa kaldı ve tarih içinde silinip gittiler.
Kemalistler daha baştan sol ve komünist hareketler üzerinde hem ideolojik etki hem de hegemonya kurmuşlardı. Bu yüzden ciddi bir muhalefetle karşılaşmadı. Muhalefetin doğduğu yıllar 1960’lı yıllardır. 1950’li yıllarda ise Amerika ile işbirliği içine giren DP iktidarına ve eski TKP’li ve TİP’li aydınların, özellikle gençliğin ve işçilerin ilerici kesiminin üzerindeki etkisiyle Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya gibi öğrenci gençlik önderliğinde toplumsal muhalefet giderek “Milli Demokratik Devrim” tezi teorisyeni Mihri Belli’nin çağrılarına rağmen burjuvazinin merkezine kayan CHP’nin tutumuna da yönelecektir.
CHP’ye karşı artan muhalefetin nedeni açıkça parti içindeki antiemperyalist unsurların varlığına rağmen işbirlikçi diye nitelendirilebilecek kesimlerin de ortaya çıkmasıydı. CHP’ye karşı muhalefetin daha başta ileri gidememesinin nedeni ise o ana kadar proleter sosyalist bir partinin olmayışına bağlanabilirdi.
Gençlik önce TKP çizgisindeki Milli Demokratik Devrim öngörüsüne sarıldı. Buna göre sivil-askeri bir zümre ile “ilerici ordu” biraraya gelebilir, toplumsal muhalefet geliştirilebilir hatta işçi-köylü temeline dayanan bir iktidar da kurulabilirdi. Ancak umulan olmadı. Ne MDD’nin solda ilerici ordu illizyonu ne de Doğan Avcıoğlu’nun liderliğinde aydınların kemalizmin yozlaştırılmasına tepki olarak ortaya attıkları “çalışanların partisi” projesi tutmadı.
Sol ve sosyalist kesim politik önderlerini, örgüt ve ideolojik çizgisini bulmuştu. Kemalizme ve CHP’ye karşı ilk ciddi ve radikal eleştiriler gelmeye başladı. Örneğin Mahir Çayan şöyle diyordu: “Feodal komprador devlet mekanizması parçalanmış, yerine tek parti yönetimi altında küçük burjuvazinin diktatörlüğü egemen kılınmıştır”. Köylülük ve kır etkinleri çerçevesinde büyüyen radikal solun bir diğer temsilcisi İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalist iktidar hakkındaki görüşleri ise Çayan’dan pek farklı değildi, Kaypakkaya’da: “Kemalist diktatörlük işçiler, köylüler, şehir küçük burjuvazisi, küçük memurlar ve demokrat aydınlar üzerinde askeri faşist bir diktatörlüktür” diyordu.
Gençlik en başta bağımsızlık ve bunun için milli kurtuluşun önemine ve bilincine varmıştı. 1960’lı yıllarla büyüyen antiemperyalist gençlik mücadelesi, ilk defa “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” sloganını kullanarak alanlara çıkıyor, aynı içerikteki MDD teziyle mücadelesine dayanak noktası yapıyor ve taktik ile eylemlerinde kullanıyordu. Kemalizmin milli kurtuluşçu ve laik yanı öğrenci gençliğin eylem perspektifini iyi karakterize ediyordu. Gençlik ve aydınlar 5 yönlü bir demokratik savaş yürütmeyi amaçlıyordu: Tam bağımsızlık, düşünceye ve inanca özgürlük, eşitlik, işçi ve köylüye öncelik, toprak reformu gibi.
Solcu ve sosyalist öğrenciler üniversitelerdeki sosyal demokrat ve kemalist öğrencilerle de bu perspektifte birarada yürüyor fakat gerici unsurlarıyla mücadele etmekten geri durmuyorlardı. Başını Deniz Gezmiş’in çektiği Devrimci Öğrenciler Birliği DÖB’ün organize ettiği 29 Ekim 1968’deki “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” siyasal iktidarın engeliyle karşılaşıyordu. Buna karşılık DÖB lideri Deniz Gezmiş “antiemperyalist mücadele verilirken gençliğin politik partilerden bağımsız olmak zorunda” olduğunun altını çiziyordu.
Aynı yıllar bütün dünyada geniş kitlelerin katılımında benzer toplumsal olaylar yaşanmaktayken Türkiye’nin buna kayıtsız kalması beklenemezdi. Üstelik Türkiye’de geçmişten devralınan milli kurtuluşçu bir çizgi vardı. Bütün dünyada burjuva devrimlerden sonra gelişen modernizmin ulus-devlet ilkesinin etkisi altında kapitalizmin ortaya çıkarttığı sınıflı topluma karşı mücadele geleneği yaratılmıştı. Gençlik eylemlerinde Kemalizmin bağımsızlıkçı yönü ön plana çıkartılıyordu. Mustafa Kemal Atatürk 1923’teki İktisat Kongresi’nde “siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi zaferlerle sağlamlaştırılmadıkça husule gelen zaferler payidar olmaz, az zamanda söner” diyordu. Buradan çıkışla devlet eliyle kalkınma yoluna gidildi. Ulusal burjuvazi yaratıldı. Tabi işçi sınıfı da bu toplumsal değişmenin içinde yer alarak ortaya çıkan çelişkilerin sonucunda zıddı olarak gelişti, büyüdü. M.Kemal’in şu sözleri hiç unutulmuyordu:
“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşmayı uygun gören doktrin izleyen insanlarız”.
Özellikle üniversiteli gençliğin sol kanadının içinde bulunduğu kesimde M.Kemal’in emanet ettiği bağımsızlık ve cumhuriyete sahip çıkmak, emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı mücadele etmek yönünde bilinç gelişiyordu. Ancak kemalist devrim ve uygulamalarına karşı gençlik içinde daha radikal görüşlerde ortaya çıkmaya başlıyordu. İbrahim Kaypakkaya bunun nedeni olarak , Kemalist devrimle komprador büyük burjuvazi ile feodal ağaların orta sınıfları giderek yedeğine almalarını gösteriyordu. Kurtuluş savaşından sonra komünistlerin görevi kemalist iktidarı devirip işçi-köylü ittifakına dayanan bir iktidar kurmaktır.
Yani 1960’lar ve 70’ler Sovyet, Çin, Latin Amerikan solculuğunun savunulduğu yıllar olmuştur. Küçük burjuvazinin paternalist anlayışı ile büyük burjuvazi parlamenterizmi arasında yoksul ve emekçi kitlelerin politik hareketi gelişimini tam olarak sürdüremedi. CHP’nin durumu ise bu güçlerin hegemonyası altında liderlikle kararsızlık gelgitleriyle sürüp gitmektedir.
CHP’ye egemen komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları kliği iktidarı ele geçirdikten sonra 27 Mayıs hareketi içinde önemli bir rol oynayan orta burjuvaziyi de birden karşısına almayı doğru bulmamıştır. Orta burjuvazinin 27 Mayıs Anayasası’na da giren bazı sınırlı demokrasi istemlerini bu nedenle kabul etmiştir.
1950’de iktidardan düşen komprador burjuvazi ile toprak ağaları kliğinin en baş temsilcisi DP ise kendisine de yönelen faşist baskılar karşısında “demokrasi” havariliğine çıkmış, orta burjuvazinin ve gençliğin bu yönde katılımını bir kaldıraç gibi kullanarak 1960’da iktidarı yeniden almıştır.
İşte gençlik bu oluşumu iyi gördü. 27 Mayıs hareketine önderlik eden ve sonunda iktidarı ele geçiren sınıf CHP’ye egemen olan komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları kliğidir. Orta burjuvazi ise onun peşinde yedek güç olarak kalmıştır. Örneğin Kaypakkaya’nın 27 Mayıs Cuntasını değerlendirmesine göre DP Amerikancı, CHP ise Almancı komprador burjuvazi ve toprak ağalarının işbirliğini temsil etmekteydi.
Yarı sömürge ülkelerde burjuva parlamentosu, şekilcilik ve göz boyama aracı, formalite bir meşrulaştırma biçimiydi. Yarı bağımlı, yarı sömürge komprador ekonomisi işçinin, köylünün, küçük kentli burjuvazisinin, küçük memurların baskı altında tutulduğu, ezildiği, susturulduğu ve şiddet, zindan, ağa zulmü her türlü yasaklar altında inim inim inletildiği bir düzendi.
Kısaca işte böyleydi toplumun muhalif, ilerici ve yoksul kesimlerinin gözünde egemen devlet anlayışı… Daha sonraki dayatmalar ise hep revizyonist, reformist ve küçük burjuva oportünizmi olarak görülmüştür.
CHP tek parti döneminde programı Batıdan, değişik ideolojilerden etkilenme, bir sentez dönemiydi. Mesela devletçilik ilkesi batılı uygulamalardan etkilenmeydi. Bugün özelleştirmeyi savunmaktadır. Parti programına bakıldığında görülebilir.
1946-1960 dönemine bakıldığında CHP’nin dışında DP’nin de Atatürkçülükle bağlantı kurma çabaları vardır. Ancak bu uygulamalar çoğu zaman Atatürkçülük karşıtı gerici ve popülist karakter taşımaktadır. Düşünce deformasyona uğratılmıştır.
1960-1971 arasında Atatürk devrimlerine sahip çıkma zorunluluğu duyulmuşsa da bir ortanın solu sloganı tutturularak sosyal tabanı değiştirme yönünde uygulamalara girişilmiştir. Gelinen durumda da farklı gruplar farklı yorumlarla Atatürk’e izafe etmeye çalışmışlardır.
Rustow’un deyişiyle kemalist temel hedefler bugün güçlü bir savunmaya muhtaçtır. Kalabalık ve gürültülü bir siyaset sahnesinde çözüm ile yeni tekniklere ihtiyaç vardır.
Artık sistem ile özellikle yeni dünya düzeni ve batı emperyalizmi karşısında kemalizmin güncel tutumuyla bir yere varmak zordur. Aslında bugün bayraktarlığı yapan kesimler de toplumun en tutucu, kastlaşmış ve değişime direnen kesimleri olup çıkmıştır. Bu günkü haliyle sekülerizmde ısrarcı olan tiplerin çoğu dünyanın sömürgeci ve kapitalist güçlerinin yanında yeralmak istemektedir.
Kişilerin siyasete yaklaşımlarına ve siyasete girişleriyle siyasal partilerde yer alış amaçlarına bakıldığında çeşitli kriterler görmek mümkündür. Bunlar, etkilenme, ideolojik bağlılık, kişisel, mesleki ilerleme hırsı ile beklentiler ve bireysel itilerdir. Bu açılardan bakıldığında da bir kitle partisi olan CHP’nin ilkelerine ve parti disipline ciddiyetle eğilmesi beklenir.
Katı olmamakla birlikte halkçı ideolojiye bağlılık, parti içinde örgütsel sululuk gösteren ve kafa değiştiren tipler yerine devrimci, yenilikçi zinde güçlere yer verme, örgütsel disiplinci, elitist değil çok sayıda aktif katılımcı, kadrocu olmayan, tartışan çoğunlukçu ve demokrat bir ilkelilik yapısına kavuşturulmalıdır.
Bilindiği gibi geleneksel toplumlar duygusal ve ideolojik çevre içinde gelişir. Doğal olarak tartışmalar da ödünsüz ve katı olabilir. Ancak ideoloji sadece kişilerin, grupların üzerine kurulduğunda daha da katılaşıp despotlaşabilir. Parti içinde demokrasiden sözedilmek isteniyorsa o zaman üyeler ve parti yönetiminde eşitlik, katılım, halka açık denetim, tartışma ve doğruyu bulma gibi kriterleri öne almak gereklidir.
CHP’nin kadro partisi yapısı ikinci dünya savaşı yıllarına kadar sürdü. 22 yıl yani 1945’e kadar. 1960’larda toplumsal yapı değişmekle birlikte siyasal yapıyla çelişmeye başlamıştı. Birbirine benzeyen partiler Türkiye siyasetine egemen oldu.
CHP eğer bugün halka dayalı bir parti olma iddiasını sürdürmek istiyorsa hem bu kriterleri hem de yapısında bulundurulması gereken kesimleri aramalıdır. Aydın, emekçi, işçi, köylü’den oluşturulacak bir taban bu…Ve bu tabana seslenecek bir söylem geliştirmelidir. Şeyhlerin eteklerine yapışmamalıdır.
CHP’nin batıcılığı ise Jöntürk batıcılığına ve pozitivizmine dayandırılan bir batıcılıktı. Bu anlamda Comte ve Durkheim’in Jöntürk pozitivizmi, bilimsellik, ve ilerleme hem Atatürk’ün hem de CHP’nin resmi söylemi olmuştu. Siyasi konjenktür değiştikçe partinin karakteri de değişiyor.
Pozitivizmin hristiyanlıktan kopuş, halkçılık sürekli ilerleme yani terakki, inkilapçılık gibi ilkeleri kemalizmide etkilemişti. Zaten Kemal Tahir’in Şeyh Edebali’nin denen metni asıl kaleme alan kişi olduğu iddiaları da daha sonra dile getirilmişti. Devlet Ana romanından yola çıkılarak tarihçi-romancı tarzıyla yazan Kemal Tahir’den etkilenme olabileceği bile söylenmişti. Kemal Tahir’in marksist olmadığı ATÜT kavramını sık sık işlediği vs. medyada tartışılan konulardan biri olacaktır.
Yeri gelmişken burada Kemal Tahir’in devletçilik anlayışının Osmanlı-Selçuklu-İslam köküne dönmek olarak dile getirildiğini de söyleyelim.
Marx, Eski Roma’dan Hindistan ve Çin’e kadar bütün Asya’da uygulanan üretim yapılarını incelemiş, Avrupa dışındaki kimi toplumlarda kimi yer ve zamanlarda uygulanan üretim ve mülkiyet ilişkilerini, tarzlarını tanımlandırmıştı.
İç dinamikler incelendiğinde feodal beylerle merkezi devletin toprak mülkiyeti iktidar kavgasıdır da… Mülkiyetin devlete ait olduğu toplumlarda toplumsal yapının ve kentlerin daha çabuk geliştiğini, altyapıların devlet tarafından meydana getirilmesi nedeniyle de meta üretiminin arttığını ve kır-kent bağının güçlendiğini ortaya koymuştur, Marx.
Marx’ın vardığı sonuç toplumun alt yapısının yani ekonomisinin üretim ilişkileri tarafından belirleniyor olduğunu ortaya koymasıydı. Üretim üretim tekniğini, üretim tekniği üretimin biçimini, üretim biçimi de sosyal yapıyı belirlemekteydi.
Osmanlı Toplumunun da Asya’daki toplumsal kuruluşların özelliklerini yansıttığı biliniyor. 15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı’da toprakta mülkiyet devlete aitti. Bu topraklara devlete ait anlamında da “miri” topraklar denirdi. Bu dönem İkinci Mehmet yani Fatih dönemine denk gelmektedir.
1960’lı yıllarda MDD çizgisinde ve YÖN hareketi içinde yeralıp YÖN Bildirisi’ne imza koymuş bazı sol aydınlar marksist olmayan kalkınma modellerini öne sürmek ve sosyalist olmayan unsurlardan çözüm bekleyen tutumlarından dolayı eleştirilmiştir. Deniz Baykal’ın söylemi çerçevesinde gündeme taşınıp dile getirilen tartışma kısmen Kemal Tahir’in bu tutumudur. Yani Osmanlı’nın sadece bir tarihsel dönemine bakıp Osmanlı’nın “sol” olduğunu açıklamak…
Son günlerde bu konularla ilgili tartışmalar son hızda aldı başını gidiyor. Politik çevrelerdeki bu tartışmalara edebiyat çevresi de katıldı. Özellikle de Kemal Tahir ve İdris Küçükömer adını anarak yapıyorlar bu tartışmaları. Şimdilik “en azından bu da yeter” demek geliyor içimizden…
Başta Nazım Hikmet ve Kemal Tahir olmak üzere sol aydınların neredeyse tümünü bütün yönleriyle sorgulamadan sağa maletme hastalığı başladı. Bu da “Muhafazakar Demokrat !”ların yeni bir taktiği olsa gerek…
Yapılan eleştirilerde marksizmin batılı olup olmadığı tartışılıyor. Marks, Engels’le ve Lenin’le birlikte dünya enternasyonalist işçi ve komünist hareketinin üç önemli isminden biriydi. Elbette felsefesinin bilimsel temelleri Alman filozofu Hegel’e ama ondan da önceleri Eski Yunan düşünürlerine kadar iniyordu. Klasik İngiliz İktisadı’nın teorisine ve Fransız soluna dayanacaktır. Lenin’e göre hareketin başı diyalektik materyalizm teorisiydi. Marksizm devrimciliğin ilmidir. Marks’ta sistemin merkezine “ekonomi politik” oturtulmuştu. Marks” insanlık tarihi sınıfların savaşımlarının tarihidir” diyordu. Lenin ise marksist görüşü pratik alanda geliştirip proletarya diktatörlüğü aşamasına geçmeyi marksistlik olarak değerlendiriyordu.
Lenin’e göre pratik bilgi hem evrensel hem de gerçeklikle içiçe olduğundan teoriden daha üstündü. Bir bilim haline geldiğine göre sosyalizmin bir bilim gibi ele alınması yani öğrenilmesi gerekirdi. Engels’in bu görüşü ise bilimin ne bir ulusa ne de bir coğrafyaya izafe edilemeyeceğini göstermektedir. 1970’lerin konusu da Kemal Tahir’in yaklaşımlarının çelişkili ve bilimsel olmadığı yönündeydi.
Bizim amacımız da yazının bu kısmında tam anlamıyla sadece Baykal’ın görüşlerinin kökenine inmek değil. Bir tartışmayı varolan gerçeklikler ve objektif kriterleri ışığında doğru zemine oturtabilmekti. CHP’nin kısmen 1999 seçimleri sonrası başlatılan yeniden yapılanma çalışmaları sırasında yaşananları hatırlatmak da istedik. Öteden beri Türkiye solunun sahiplendiği ortak mülkiyeti savunan Simavna Kadısı İsrail’in oğlu Şeyh Bedrettin’e karşılık ahi örgütünün kurucusu Şeyh Edebali’nin devletten önce insanı öne çıkaran yaklaşımının CHP Genel Başkanı tarafından dile getirilmesi “CHP sağa mı kayıyor” tartışmalarını alevlendirmişti. Devlet ile birey ekseninde tartışmalar hep yapılageldi. Ama insanın insanla-doğayla ilişkilerini etraflıca ayakları üstüne oturtan toplumcu düşünce gerçekte yine solculuk olmuştur. Sömürünün ilk adımı emekte başlıyor, çok uluslu tekellerde bitiyor. Birey ve devlet bunun neresinde; hepsinde… Marks, teori yığınlara aktığında maddi güç olacaktır diyordu. Buanlamda düşünce insanın beyninin içinde durmasıyla bir şey ifade etmiyor, bireyci, faydacı ve pragmatik olmaktan öte insanlığın yararına olmak için eyleme dönüşmek zorunda.
Sınıfsız bir topluma işaret eden halkçılık, sürekli ilerleme demek olan inkilapçılık kavramlarına İttihad ve Terakki döneminde de yer verilmiştir. Tahir’in romanlarında olduğu gibi mesela Yorgun Savaşçı’da…
“Hayatta en hakiki mürşid ilimdir” diyen bilme ve fenne dayanan pozitivist açıklama da CHP’nin öncülü Kemalizme dayandırılmaktadır. Laiklik, yazı, kadın hakları, giyim kuşam, eşitlik gibi sürekli yenilikler hedefleyen devrimcilik ve gerçekçilikle çakışan bir zamanlama ustalığı taşıyordu, Atatürkçülük…
Ancak… Niyazi Berkes’in şu saptaması çok dikkat çekici ve yerindedir:
“Kemalizmin talihsizliği, devrimciliğin, henüz geri yapısı değişmemiş bir topluma daha ileri bir uygarlığın gerektirdiği zihniyeti yazı, kıyafet, takvim, kanun gibi araç veya sonuç niteliğinde olan şeyler yoluyla yerleştirme olarak anlaşılması, arkadan gelen kuşaklara da böyle tanıtılması oldu. Atatürk’ün asıl başardığı iş toplumsal değişmelerin yapılması için gerekli olan yeni bir yönü ve ortamı açmak olmuştur”.
Şimdi 1960’larda 70’lerde Türkiye’de siyasete egemen olan Mahir Çayan’ın üstüne basa basa dile getirdiği devrimci güçte “politik öncülük” tartışmalarının ne kadar yerli yerinde ve yararlı olduğu ortaya çıktı. Kaldı ki Can Yücel’in “insan gibi insan” dediği bilim adamı İdris Küçükömer ve Doğan Avcıoğlu gibi isimler de layık oldukları takdiri görmüşlerdir.
Bugün gelinen noktada kapitalizm kendine özellikle iki düşman yaratmıştır. Birincisi devrimci güçler, ikincisi ise radikal dinci-ihtilalci güçler.
Bu anlamda da tıkandığını görüyoruz, Şeyh Edebali’yle ilgili söylemin.
13 Mart 2001 itibariyle de bölünmüşlük, eski liderlerin istifası ve istifalara giden bir süreç yaşandı CHP’de…
Atatürk’e hep 4 temel düşünce alternatifi sunuldu. Biri islamcılık, diğeri osmanlıcılık, ve turancılık ile batıcılıkla, Ziya Gökalp’in milliyetçiliği. Atatürk dine dayalı teokratik ve yayılmacı yani expansiyonist, ırkçı akımları reddetmiştir. Özünde devrimcidir. Değişmenin amacı da üstyapılar, ekonomi ve devletçilik uygğulamalarıydı.
Az gelişmiş ülkelerde ideoloji ulusal birlik sağlamak için kullanılan güçlü bir yapıştırıcıydı. Aşiretler arasında, etnik kökler arasında ayrılıklar gideriyor, farkları kaldırıp uyum sağlatan bir rol oynuyordu.
İnsan ve toplum arasındaki sosyal ilişkiler de bu ideoloji ve adalet çevresinde düzenlenebilmiştir. Biz de Atatürkçülük bir parti misyonu olmuştur, CHP’de. Ancak ideologlar da beraberinde gelmiştir. Kemalizm onların ağzıyla öğretilmiştir. Örneğin 6 ilkenin ulusçuluğu tamamlayan değerler olduğu söylenmiştir.
Atatürk’e ve kemalizme yansıtılan yanıyla jöntürk hareketinin de ittihad ve terakkinin de temel stratejik hedefleri bu olmuştur; Osmanlı İmparatorluğunun parçalanışını durdurmak…
Bilinçli hedef ise burjuva sınıflı olmayan bir toplumdan, Türkiye toplumundan çağdaş, kapitalist bir toplum yaratmak.
Cumhuriyete miras kalan bu hedef strateji, ekonomik yapıyı değiştirecek, parçalanmayı önleyecekti. Milli işletmeler kurulacak, milli ekonomi geliştirilecek, sermaye birikimi hız kazanacaktı. Ekonomik bağımlılık adeta parçalanmayla eşdeğer tutuluyor ve kurtuluşun ikinci bölümü ve devamı gibi kabul ediliyordu.
Ancak ne CHP’nin ne de kemalizmin geldiği süreç bugün için en azından TC’nin bunu doğrulayan durumundan çok uzakta kalmıştır.
Jöntürk hareketi de, ittihad ve terakki hareketi de burjuva sınıfını oluşturmak için her türlü çabayı göstermişti. Osmanlıdan umut kalmayışı, Cumhuriyet kadrolarıyla organik ilişkilerin kurulması sonucunu doğurdu. Osmanlı istibdadını teşhir etmek için programlarını Fransız devrimci literatüründe ve pozitivist sosyolojik kuramlardan alan hareketlerin bugünkü durumuna da iyi bakmak gerekli.
Hürriyet, eşitlik, halkçılık gibi kavramlarla süslenen, halk kitlelerinin desteğini bekleyen, daha sonra da halktan destek görmeyince bunları defterden silen hareketin bugünkü durumuna bakmak gerekir.
Gelinen nokta işte şudur: Otoriter, seçkinci, militarist, siyasi ve askeri eylemle karışık bir karakterize olma durumu.
Başından sonuna muhafazakar, despot, giderek yayılmacılığa dönüşen ve sonu trajediyle (Enver Paşa) biten bir yaşanmış öykünün başlarında gelinen modern-burjuva toplumlu bir süreç. Başında Alman heyyülası, şimdilerde Amerikan Emperyalizminin kıskacında yozlaşan, yozlaştırılmış, başındaki anlamını da içinde barındırmayan günümüzün cilalanmaya çalışılan versiyonu ve yeni macerası.
Halkçı-Emekçi, tam bağımsızlıkçı bir yapıdan giderek uzaklaşan bir anlayış ve yaklaşım.
İşte bugünün CHP’sinde yansıyan partiler üstü durumun özeti bu.
-DEVAM EDECEK-
TAMER UYSAL
Adalet Partisi Genel Başkanı Dr. Vecdet Öz, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip […]
Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Orhan Sarıbal, beyaz et ihracatının yasaklanmasına yönelik basın açıklaması düzenledi. Sarıbal, […]
Alpay’dan AİHM kararlarına rağmen hapiste tutulanlar başta olmak üzere af çağrısı yaptı Milliyetçi Sol Parti Genel Başkanı Hüseyin Alpay, “genel […]
İl valisi Seddar Yavuz, Hıdırellez Bayramı Kutlama Mesajı Yayınladı. Vali Vali Yavuz Mesajında; Hıdırellez Bayramı soğuk kış günlerinden sonra baharın […]
DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, 1 Mayıs işçi bayramında grevdeki Mersen işçilerini ziyaret etti. Konuyla ilgili bakanlığa soru […]
İflah Olmaz İyimserlerin Eğitim’de Alternatif Yolculuğu Devam Ediyor… Kurulduğu günden itibaren çocuk haklarını hayata geçiren, katılımcı demokrasiyle yönetilen, ekolojik […]
Rekabet Kurulunun 26.07.2023 tarihli ve 23-34/644-M sayılı kararıyla Adana, Antalya ve Gaziantep illerinde faaliyet gösteren oto galerilerin 4054 sayılı Rekabetin […]
Mot Grup Bilişim Limited Şirketi’nin yeniden satıcılarının satış fiyatlarını tespit etmek ve internet satışlarını kısıtlamak suretiyle 4054 sayılı Rekabetin Korunması […]
İstanbul’un 11 bin 500 noktasında internet erişim hizmeti İBB WiFi’da kota sınırlaması kalktı. İstanbullular artık Türkiye’nin en büyük ücretsiz internet […]
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Eyüpsultan Belediye Başkanı Mithat Bülent Özmen’e tebrik ziyaretinde bulundu. “Belediyelerimizde, değişim sürecinde dikkat etmemiz gereken çok […]
29 Nis 2024 0
Uluslarararası Strateji Uzmanı Başkanı Şener Mengene,...17 Nis 2024 0
Eylül Aşkın Türkiye Haber Portalı’nda hazırlayıp...07 Kas 2021 0
AK Parti Denizli Milletvekili, TBMM Plan ve...24 Nis 2021 0
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın babası Rüstem Tatar...10 Ara 2020 0
Cumhurbaşkanı Tatar: “Türkiye’nin güçlü...05 May 2024 0
Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Orhan Sarıbal, beyaz et ihracatının yasaklanmasına yönelik basın açıklaması düzenledi. Sarıbal, […]